“Ben ezdiklerinizden değilim”demek aslında “ben sizdenim” demektir!


“Ben ezdiklerinizden değilim”demek aslında “ben sizdenim” demektir! Bunun başka bir açıklaması da yoktur! Ezilene benzemekten, onlarla anılmaktan korkmak yaşanılan anda kurtuluş yolu gibi görünebilir. Fakat ileride bunun utancını taşımak daha ağır bir yük olarak karşılarına çıkacaktır.”




Hayat hikayedir! Her hikaye de bir hayat! Bazı hikayeler ise sadece bir hayat değildir. Ölümü yenmektir! Azrail geldiğinde “beni öldüremeyeceksin” diye meydan okumadır!

Herkes meydan okuyamaz ölüme, yaşamaya, insana  yenilmişken! İnsana, insanlıktan çıkarak yenilenler, ölüme ve unutulmaya  direnemez.

İnsan, insanlığını koruduğu sürece öldükten sonra yaşar, yaşarken ölmez! Zulme sessiz kalan taştan, topraktan farksız bir bedenle yaşamak ölmektir. İnsanlık dışı uygulamaları sessizce izleyenler, ne ölü ne de diridir.


“Yeteneklerin en fazla geliştiği an insanın bütün bir dünyayı karşısına aldığı andır” der Mary Wolistonecraft.

Zorbaların arasından kafa tutarak geçmeye cesareti olmayanlar sadece yaşarken konforlarının bozulmasından değil, ölümden de korkarlar.

Kendi konforu bozulmasın diye sadece ezenlerin yolunu açmakla kalmıyor, ezilenlerden olmadıklarını ispatlamaya çalışıyorlar. Ne aptalca, birkaç idiotun onlara vuracağı yaftadan korkup, bir kesimin uğrağı zulmü meşrulaştırıyorlar. Yargıdan önce yargılayıp, cellattan önce idam ediyorlar.

“Ben ezdiklerinizden değilim”demek aslında “ben sizdenim” demektir! Bunun başka bir açıklaması da yoktur! Ezilene benzemekten, onlarla anılmaktan korkmak yaşanılan anda kurtuluş yolu gibi görünebilir. Fakat ileride bunun utancını taşımak daha ağır bir yük olarak karşılarına çıkacaktır.


Ben ezilenlerden değilim diyenler ya da kendisini sadece bir kesimin savunucusu olarak konumlandıranlar, Yeni doğum yapan bir kadının kapısında bekleyen bir polis, oğlunun cesedini bekleyen bir babanın önüne dikilen bir sınır duvarı, savaştan kaçan bir halkı taşla sopayla kovalayan bir ırkçı, hastane odasında ölümün pençesinde tutuklu bulunan bir hakimi serbest bırakmayan bir yargıç, sokağa çıkma yasağından dolayı çocuğunu buzdolabında bekleten annenin kapısında bir asker, karnındaki bebeğin ölen bir annenin kaldığı hücrenin kapısında bir gardiyan oluveriyorlar.


Bir haksızlığa ses vermek için kimseden olmaya ihtiyacınız yok. İnsan olsanız yeter! Zaten insan olan ve bu özelliklerini diri tutmayı başaran bu tarz kaygılar gütmez. Vicdanı onu durdurmaz. Başkalarının ne dediğini, bozulacak konforunu, gidecek bir makamı, kaybedilecek parayı düşünmez.

Dreyfus’un masum olduğunu ispat etmek için tüm Fransa’yı karşıya aldığında Emile Zola “Onlar göze aldıklarına göre, ben de göze alacağım. Gerçeği söyleyeceğim, çünkü kendisine kurala uygun olarak başvurulan adaletin bunu eksiksiz olarak yapmaması durumunda, söyleyeceğime söz verdim. Benim görevim konuşmak, suç ortağı olmak istemiyorum. Yoksa gecelerim orada, işkencelerin en korkuncu içinde, işlemediği bir suçun cezasını çekmekte olan suçsuzun hayaletiyle dolup taşacak” demişti. Tanımadığı, benzemediği bir adamı tüm Fransa’yı karşısına almak, ihanetle suçlanmak ve ülkesini terk etmek zorunda kalmak pahasına savundu.



Tüm ülkeyi karşısına almayı göze alan bir adamı ölüm korkutabilir mi, Azrail öldürebilir mi? İşte bu adam yaşamın ve meydan okumanın hazzına varmış, meydandan meydan okuyarak ayrılmış ve sonunda o meydana hakkı sonsuza kadar teslim edilerek dönmüştü!
Hak, hukuk, adalet talep etmek için kimseye benzemeye gerek yok! Ortalama bir akla ve vidana ihtiyaç var.

Bir toplumda anlaşılmamak, ötekileştirilmek, fikirlerinden, ideolojinden, renginden ya da cinsel kimliğinden ötürü dışlanmış insanların haklarını savunurken ve hukuk talep ederken, sizin de dışlanmanız, anlaşılamamanız kötü bir şey değildir! Aksine onlardan yüzyıllarca daha ileride yaşadığınızın Aydın olduğunuzun göstergesidir! Anlayamıyorlarsa, sorun sizde değil onlardadır! Elbet anlayacak çıkacaktır ne kadar ileri görüşlüyseniz anlayacak olanlar da o kadar uzak bir mesafede sizi bekliyor olacaktır!

Nazi Almanya’sında asker celbi gelen iki Alman genç, askere gitmeyi S.S kamplarında görev almayı reddetmiş bu yüzden yargılanarak idama mahkum edilmişlerdi. İdamlarından önce ailelerine bıraktıkları mektupta “Ikimizde böylesine korkunç şeylerin vicdan azabıyla yaşamaktansa ölmeyi tercih ediyoruz. S.S’e katılan birinin ne yapması gerektiğini biliyoruz” dediler. Rejimin suçlarına batmayı reddettiler, ve S.S’de katledilen yahudilerden değillerdi, ama ileride “insanlara ne korkunç şeyler yaptım” demek yerine “görevimi yaparken ne korkunç şeyler görmek zorunda kaldım” diyecek olan katillerden de bunu izleyenlerden de olmadılar!

Sophie ve ağabeyi Hans Scholl nazi Almanya’sında yahudi soykırımına karşı şiddet içermeyen Beyaz Gül isimli grubun üyesiydiler. Soykırım ve ırkçılık karşıtı bildiri dağıtıyorlardı. Bildirileri dağıtmadıkları cadde sokak kalmamıştı adeta. Onlara yardım eden bir arkadaşları ile birlikte yakalandılar. İhanetle ve Alman ordusunun motivasyonunu düşürmekle suçlandılar. Babaları belediye başkanıydı. Alelacele yapılan yargılamada idam cezasına çarptırıldılar. Annesi ve  Babaları onlarla son görüşmesinde “doğru olanı yaptınız, sonsuz bir evrende görüşeceğiz” dedi. 24 yaşındaki Hans kendilerini yargılayan mahkeme heyetine “Bizi yargılandığınız bu salonlarda bir gün sizler yargılanacaksınız” diye haykırdı. 22 yaşındaki Sophia ise idam öncesi şunları söyledi;

“Dünya'da nasıl adalet bekleyebiliriz, davalarını hakkıyla savunmaya çalışan bu kadar az kişi varken? Ne kadar güzel, güneşli bir gün ve ben gitmek zorundayım. Ama benim ölümüm niye sorun olsun ki, eğer insanlar bizim sayemizde uyanırlarsa ve harekete geçerlerse?“


ABD’de işçi haklarını savunan ve komünist olarak bilinen İtalyan asıllı Bartolomeo Vanzetti ve Nicola Sacco, iki Amerikalı’nın ölümünden sorumlu tutuldular. Masumdular ve adil yargılanmıyorlardı. Yargılandıkları dönemde Amerika’da komünistlere yönelik cadı avının olduğu dönemlerdi. Adil yargılanmadıkları ve masumiyetlerini ispat etme imkanlarının kısıtlandığı için Albert Einstein, George Bernard Shaw, Arturo Giovannitti ve Bertrand Russell gibi bir dizi entelektüel ve gerçek aydınlar kampanyalar yürüttü. 7 yıl süren yargılama 1927’de sonuçlandı ve idama mahkum edildiler! Vanzetti’nin idam öncesinde son sözleri şunlar oldu; “Haklı olduğumdan o kadar eminim ki, sizin beni iki kez öldürme şansınız olsa ve ben iki kez dünyaya gelebilsem, şu ana kadar yaptıklarımı tekrar yapmak için bir daha yaşamak isterdim”

1977’de idamlarından 50 yıl sonra masum oldukları anlaşıldı ve sonsuza kadar iade-i itibarları teslim edildi. Adlarına kitaplar yayınlandı.


Engizisyonda idam edilen Galileo “Dünya yine de dönüyor” diyebilmişti.

Fransız devriminde idam edilen Kraliçe Maria Antoinette, rencide edilmek için saçları kesilmiş halde saatlerce Paris sokaklarında dolaştırıldı. İdam edileceği devrim meydanına getirildiğinde cesur olması gerektiğini kulağına fısıldayan Papaz’a “Cesaret mi? Tüm sıkıntılarımın sona ereceği bu an, cesaretimin yüzümü kara çıkaracağı an değildir" diye yanıt verdi. Kalabalığın içinde ölüme yürürken cesur duruşu onu rencide etmek isteyenlerin planlarını suya düşürmüştü. İdamı yapacak celladın yanına geldiğinde dalga geçmek için ayağına bastı “özür dilerim” dedi gülerek, bunun üzerine çırılçıplak soyularak idam edildi. Daha öncede sarayı basmaya gelen kalabalığın karşısına sabahlığı ile çıkarak dakikalarca balkonda beklemişti. Kraliçenin cesur duruşu sarayı basmaya gelen kitleyi dahi etkilemiş ve kraliçemiz çok yaşa diye tezahürata dönüşmüştü.

Korkaklar ölmeye mahkumdur, cesurlar ise cellatları ile dalga geçerler.

Osho’nun mantığın ötesini bilmek kitabında bahsettiği bir hikaye de insanın ölürken bile hayata meydan okuyuşu konu ediliyor.



Kitaptaki hikayeye göre;

Bir Zen ustası olan Rinzai ölmek üzereydi, ölüm döşeğindeydi. Biri sordu: "Usta, sen gittikten sonra insanlar en önemli öğretinin ne olduğunu soracak. Birçok “şey söyledin. Birçok konudan söz ettin. Bunları bizim özetlememiz zor olur. Lütfen ayrılmadan önce, bütün öğretini tek bir cümlede özetle. Ve biz onu bağrımıza basalım. Ve seni tanımamış olan insanlar istediği zaman, onlara senin öğretinin bu özünü aktarabilelim."



Ölmekte olan Rinzai gözlerini açtı ve müthiş bir Zen haykırışı yaptı. Bir aslan kükremesi. Herkes şoke olmuştu. Ölmekte olan bu adamın, bu kadar enerjiye sahip olduğuna inanamamışlardı. Bunu beklemiyorlardı. Bu adam tahmin edilemezdi. Her zaman öyle olmuştu. Ancak, bu tahmin edilemez adamın, ölmek üzereyken böyle bir aslan kükremesi yapabileceğini hiç beklemiyorlardı. Bu şok hali içinde, doğal olarak zihinleri durdu. Hepsi şaşkındı. Rinzai, " İşte bu!" dedi, gözlerini kapadı ve öldü.

“Kendini hayatın ellerine bırak. Güvenen insan, ölümün kapısında bile heyecan yaşayan insan, aslan gibi kükreyebilir. Ölürken bile! Çünkü o hiçbir şeyin ölmediğini bilir. O ölüm anında, " İşte bu!" diyebilir.
Çünkü her an, işte budur! Bu, hayat olabilir, ölüm olabilir, başarı olabilir, başarısızlık olabilir. Mutluluk ya da mutsuzluk olabilir.
Her an! İşte bu!”

Hayattaki konforunu düşünüp, insanlıktan vazgeçenler, ezilenlerden olmak onlarla anılmaktan çekinenler için ne yaşam yaşamdır ne de ölüm bir başlangıç!

Unutulup, çöplüğe gidecekleri zalimlerle anılacakları aşikardır!

Ne acı bir son!

Kısacık hayatlar korkulara feda edilip, ebediyen ölüme teslim oluyor! Daha fenası yapılan tüm kötülüklere katkı sunuyorlar! Cellatların ayagina basmaktan korkuyorlar.


Fransız devriminin öncülerinden Danton idam edilirken cellada: “Kestiğin kafayı insanlara göster onlar bunu hak ediyor” dedi.

Olaylar geçtiğinde dönem bittiğinde size de, siz yaşamasanız yakınlarınıza birileri “kesilmesine sebep olduğunuz kafaları gösterip,hesabını soracaktır”

Zira siz de bunu hak ediyorsunuz!

Popüler Yayınlar